4 Şubat 2023 Cumartesi

Devletin Geleceği, Geleceğin Devleti

 



Political order rests upon two complementary, opposed, and irreducible principles: authority and liberty.

- Pierre-Joseph Proudhon

 Tarih ilk bakışta bir gayya kuyusu gibidir. Farklı insanları farklı yerlerde ucu sonu belli olmayan bir doğrultuda sürükleyen bir yeldir sanki. Bu yelden birazcık da olsa sakınabilmiş olanlar tarihte belli ilkeler, öğeler ve örüntüler fark etmeye başlarlar. Bu farkındalıklarını döktükleri eserler insan aklındaki yeli birazcık dindirebilse de yetersizdir, çünkü bütün bu olanlar hala bir yönü yoktur. İnsanoğlu öyküyle doğar, yaşar ve ölür. Doğasının gereği bir varış noktası ve bir amaç ister. O "mutlu sonun" da hayatı boyunca pek az hissettiği sakinliğin, yani özdeşliğin mutlak olmasını ister. Bu sona dinler kıyamet, yani diriliş demiş, filozoflar da "tarihin sonu" ifadesini kullanmış. 

Şimdi bu tarihin sonunu kavrayabilmek için öncelikle tarihteki ilkeleri, öğeleri ve onların örüntülerini değerlendirmek gerekiyor. Tarih kabaca ilkelerin dengesizliğinin tarihidir. Her zaman bir ilke diğer ilkeye baskın çıkar, zamanla değişim ve devrim olur ve ilkeler yer değiştirir. Ama bir ilke her zaman diğerlerine tahakküm kurar. Siyasi düzlemde, yani insanın kurduğu düzlemde, kabaca iki ilke vardır: erk ve özgürlük. Erk yerçekimi gibidir, birleştirir ve bütünleştirir. Ama bunu yaparken aynı zamanda ezer. Özgürlükse ışık gibidir, dağıtıcı ve açınlatıcıdır. Ama bu da bütünlüğü bozar. Fark ettiyseniz iki ilke de birbiriyle sürekli savaş halinde ama bir o kadar da birbirine muhtaç. Biz insanların esas istediği her zaman bu iki ilkenin barışması ve yerli yerine oturması. Bu durum özdeşliği, yani insanın düştüğü cenneti canlandırır adeta. Ama tarih bize göstermiştir ki bu özdeşlikler bir andan bile daha geçicidir. Tarihin sonu da bu iki ilkenin mutlak barışından başka bir şey olmasa gerek. 

Şimdi tahlilimizi somutlaştıralım, ilkelerden öğelere geçelim. Siyasi düzlemde öğelere kurum deriz ve hiçbir kurum bu düzlemde devletten daha çarpıcı değildir. Doğuşu bin bir türlü spekülasyona ve başka bir günkü yazımıza konu olan bu kurum bugün yeryüzünde tanrısal bir güce sahiptir. Devlet erk ilkesinin evriminin doruk noktasını oluşturur ve devlet sorunu tarihin kendisiyle ve sonuyla içten içe bağlıdır. Devlet bizzat varlığıyla özgürlük ve erk arasında hala organik bir denge kurulamadığı gerçeğini bize hatırlatır. Modern devlet mekaniktir, çarkları halen de aksar. Yine de kurulacak organik dengenin bazı özelliklerini bize çoktan gösterir: akla en azından görüntüde uygunluk, açıklık ve düzenlilik. 

Şimdi devletin geleceği deyince mekaniğin organiğe evirilmesinden dolayı önce aklımıza "organik devlet" gelecektir ancak bu kavram kendi içinde bir çelişkidir. Organik bir düzende her insan kanunları içten bilip isteyerek uygulayacağı için böyle bir düzen devleti imkansız kılar. Yani "geleceğin devleti" tam erkinleşmiş insanların dayanışmasından başka bir şey olamaz. Bu düzende devletin temel öğeleri; bürokrasi, ordu, vergi sistemi vs. , var olmayacağı için bu düzene devlet demek de abuk kaçar. ,

Yukarıda yazdığım şeyler oldukça ütopik gelecektir ki gelmelidir de. Bu bahsettiğim sürecin ne kadar süreceği ve mekanik devletten organik düzene geçişin arasındaki aşamaların varlığı henüz bilinmemektedir. Ve bütün bu spekülasyonlar, her ne kadar "geleceğin devleti" sorusuna yanıt vermişse bile "devletin geleceği" sorusuna hala yanıt verebilmiş değildir. Çünkü tarih tek yönlü giden bir ok da değildir. İçinde doğrusallık olduğu kadar döngüsellik, hatta bazen gerçek anlamda gerilemeler mevcuttur. Ve bugün kültlerin ve gizli derneklerin devleti kovuklaştırıp bir "derin devlet" oluşturmalarıyla erklik konumunun özel şirketler tarafından ele geçirilmesi ciddi bir tehdittir ve belki de gerçek bir "gerilemeyi" ifade eder. Bazı uluslararası ilişkiler uzmanları bu durumu "yeni ortaçağcılık"/"neo-medivealism" olarak tanımlamıştır. Kısacası "devletin geleceği" asla hafife alınmaması gereken ve halen bireylerin ilgisini ve çabasını talep eden bir durumdur. 

Burada siyasi düzlemdeki bazı düşüncelerimi oldukça çalakalem bir şekilde kabataslak olarak yazdım. Bunu bir son olarak değil bir başlangıç olarak görüyorum, burada soru cevaplamaktan çok yeni sorular yaratmış bulunmaktayım. Son bir not olarak rüyetten yahut vizyondan bahsetmek istiyorum. Tarihin şu ana kadar bize gösterdiğiyle gelecek için ümit etmek abestir, ilkelerin ve öğelerin kavgası mutlak görünmektedir. Yine de ömrümüzün küçücük bir anında olsa dahi hissettiğimiz özdeşlik hali hala aklımızı kurcalamaktadır. Özdeşlik vizyonu sonunda her ilke ve öğenin yerli yerine oturup tükenmez bir bütünlük oluşturmasıdır. Eğer ötesini görebilmek istiyorsak bu vizyonu önümüzde tutmalı ve yeryüzünde buna göre davranmalıyız. Tıpkı İbrahim'in ateşine su taşıyan karınca gibi. 
 

Dünya Edebiyatından On Beş Öneri

  Hesabımda herhangi bir yorumumdan sonra benden kitap önerisi isteyenlere denk gelmek sıkça karşılaştığım bir durum. Doğal olarak elimden g...