7 Haziran 2024 Cuma

Dünya Edebiyatından On Beş Öneri

 


Hesabımda herhangi bir yorumumdan sonra benden kitap önerisi isteyenlere denk gelmek sıkça karşılaştığım bir durum. Doğal olarak elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum, ancak açıkçası pek çok öneri o anda aklıma gelmiyor. Burada kendimce bir takım önerilerde bulunacağım. Her ne kadar insanlar özellikle kurgu dışı kitaplardan öneriler isteseler de edebiyatın insan imgeleminde oluşturduğu kurucu etki göz ardı edilemez. Edebiyat eserleri çoğu zaman onlarca felsefe, tarih yahut bilim kitabının birlikte anca aktarabildiğini tek seferde anlatmayı başarabilir. Ayrıca bu eserlerle etkileşimin kişi üzerinde dünya algısını kökten değiştiren bir etkisi olduğunu düşünmemek aymazlık olur. İşte bu nedenlerden ötürü ilk önerilerimi edebiyattan yapacağım. Dünya edebiyatını özellikle seçmemin nedeni hem genel insan deneyimini, gerek ortaklıklarıyla gerek de ayrımlarıyla, kavramanıza yardımcı olmak; hem de birazcık da olsa ülkenin kıt gündeminden kafanızı ayırıp geniş bakmanıza aracı olmaktır. İşte sizler için hazırladığım on beş kitap önerisi:

1) Odysseia-Homeros

2) İlahi Komedya-Dante

3) Gargantua ve Pantagruel-François Rabelais

4) Yitik Cennet-John Milton

5) Gülliver'in Gezileri-Jonathan Swift

6) Willhelm Meister'in Çıraklık Yılları-Goethe

7) Bağışlanmış Bir Günahkarın Özel Anıları ve İtirafnamesi-James Hogg

8) Sartor Resartus-Thomas Carlyle

*Türkçe'ye çevrilmedi

9) Moby Dick- Hermann Melville

10) Ölü Canlar-Gogol

*Mümkünse Melih Cevdet Anday çevirisi

11) Bilirbilmezler- Gustave Flaubert

12) Brand ve Peer Gynt- Henrik İbsen

13) Karanlığın Yüreği-Joseph Conrad

14) Naomi: Bir Aptalın Aşkı- Cuniçiro Tanizaki

15) Alef-Jorge Luis Borges

4 Şubat 2023 Cumartesi

Devletin Geleceği, Geleceğin Devleti

 



Political order rests upon two complementary, opposed, and irreducible principles: authority and liberty.

- Pierre-Joseph Proudhon

 Tarih ilk bakışta bir gayya kuyusu gibidir. Farklı insanları farklı yerlerde ucu sonu belli olmayan bir doğrultuda sürükleyen bir yeldir sanki. Bu yelden birazcık da olsa sakınabilmiş olanlar tarihte belli ilkeler, öğeler ve örüntüler fark etmeye başlarlar. Bu farkındalıklarını döktükleri eserler insan aklındaki yeli birazcık dindirebilse de yetersizdir, çünkü bütün bu olanlar hala bir yönü yoktur. İnsanoğlu öyküyle doğar, yaşar ve ölür. Doğasının gereği bir varış noktası ve bir amaç ister. O "mutlu sonun" da hayatı boyunca pek az hissettiği sakinliğin, yani özdeşliğin mutlak olmasını ister. Bu sona dinler kıyamet, yani diriliş demiş, filozoflar da "tarihin sonu" ifadesini kullanmış. 

Şimdi bu tarihin sonunu kavrayabilmek için öncelikle tarihteki ilkeleri, öğeleri ve onların örüntülerini değerlendirmek gerekiyor. Tarih kabaca ilkelerin dengesizliğinin tarihidir. Her zaman bir ilke diğer ilkeye baskın çıkar, zamanla değişim ve devrim olur ve ilkeler yer değiştirir. Ama bir ilke her zaman diğerlerine tahakküm kurar. Siyasi düzlemde, yani insanın kurduğu düzlemde, kabaca iki ilke vardır: erk ve özgürlük. Erk yerçekimi gibidir, birleştirir ve bütünleştirir. Ama bunu yaparken aynı zamanda ezer. Özgürlükse ışık gibidir, dağıtıcı ve açınlatıcıdır. Ama bu da bütünlüğü bozar. Fark ettiyseniz iki ilke de birbiriyle sürekli savaş halinde ama bir o kadar da birbirine muhtaç. Biz insanların esas istediği her zaman bu iki ilkenin barışması ve yerli yerine oturması. Bu durum özdeşliği, yani insanın düştüğü cenneti canlandırır adeta. Ama tarih bize göstermiştir ki bu özdeşlikler bir andan bile daha geçicidir. Tarihin sonu da bu iki ilkenin mutlak barışından başka bir şey olmasa gerek. 

Şimdi tahlilimizi somutlaştıralım, ilkelerden öğelere geçelim. Siyasi düzlemde öğelere kurum deriz ve hiçbir kurum bu düzlemde devletten daha çarpıcı değildir. Doğuşu bin bir türlü spekülasyona ve başka bir günkü yazımıza konu olan bu kurum bugün yeryüzünde tanrısal bir güce sahiptir. Devlet erk ilkesinin evriminin doruk noktasını oluşturur ve devlet sorunu tarihin kendisiyle ve sonuyla içten içe bağlıdır. Devlet bizzat varlığıyla özgürlük ve erk arasında hala organik bir denge kurulamadığı gerçeğini bize hatırlatır. Modern devlet mekaniktir, çarkları halen de aksar. Yine de kurulacak organik dengenin bazı özelliklerini bize çoktan gösterir: akla en azından görüntüde uygunluk, açıklık ve düzenlilik. 

Şimdi devletin geleceği deyince mekaniğin organiğe evirilmesinden dolayı önce aklımıza "organik devlet" gelecektir ancak bu kavram kendi içinde bir çelişkidir. Organik bir düzende her insan kanunları içten bilip isteyerek uygulayacağı için böyle bir düzen devleti imkansız kılar. Yani "geleceğin devleti" tam erkinleşmiş insanların dayanışmasından başka bir şey olamaz. Bu düzende devletin temel öğeleri; bürokrasi, ordu, vergi sistemi vs. , var olmayacağı için bu düzene devlet demek de abuk kaçar. ,

Yukarıda yazdığım şeyler oldukça ütopik gelecektir ki gelmelidir de. Bu bahsettiğim sürecin ne kadar süreceği ve mekanik devletten organik düzene geçişin arasındaki aşamaların varlığı henüz bilinmemektedir. Ve bütün bu spekülasyonlar, her ne kadar "geleceğin devleti" sorusuna yanıt vermişse bile "devletin geleceği" sorusuna hala yanıt verebilmiş değildir. Çünkü tarih tek yönlü giden bir ok da değildir. İçinde doğrusallık olduğu kadar döngüsellik, hatta bazen gerçek anlamda gerilemeler mevcuttur. Ve bugün kültlerin ve gizli derneklerin devleti kovuklaştırıp bir "derin devlet" oluşturmalarıyla erklik konumunun özel şirketler tarafından ele geçirilmesi ciddi bir tehdittir ve belki de gerçek bir "gerilemeyi" ifade eder. Bazı uluslararası ilişkiler uzmanları bu durumu "yeni ortaçağcılık"/"neo-medivealism" olarak tanımlamıştır. Kısacası "devletin geleceği" asla hafife alınmaması gereken ve halen bireylerin ilgisini ve çabasını talep eden bir durumdur. 

Burada siyasi düzlemdeki bazı düşüncelerimi oldukça çalakalem bir şekilde kabataslak olarak yazdım. Bunu bir son olarak değil bir başlangıç olarak görüyorum, burada soru cevaplamaktan çok yeni sorular yaratmış bulunmaktayım. Son bir not olarak rüyetten yahut vizyondan bahsetmek istiyorum. Tarihin şu ana kadar bize gösterdiğiyle gelecek için ümit etmek abestir, ilkelerin ve öğelerin kavgası mutlak görünmektedir. Yine de ömrümüzün küçücük bir anında olsa dahi hissettiğimiz özdeşlik hali hala aklımızı kurcalamaktadır. Özdeşlik vizyonu sonunda her ilke ve öğenin yerli yerine oturup tükenmez bir bütünlük oluşturmasıdır. Eğer ötesini görebilmek istiyorsak bu vizyonu önümüzde tutmalı ve yeryüzünde buna göre davranmalıyız. Tıpkı İbrahim'in ateşine su taşıyan karınca gibi. 
 

15 Kasım 2022 Salı

"Bok Üzerine"

"The human spirit is in prison. Prison is what I call this world, the given world of necessity."




 Ağzımdan düşmeyen bir kelime: Bok. Belki de beğenmediğim her halta bunu yapıştırmaya kalkınca kelime anlamını yitiriyordur. Burada ilk kez ne demek istediğimi olabildiğince tutarlı bir şekilde anlatmaya çalışacağım. 

İlk bakışta boktan nefret etmek gereksizdir. İnsan olmanın biyolojik bir gerekliliği. Yine de insan kendisinin doğal uzantısı olan bu halttan kendini uzaklaştırmak için adeta medeniyeti icat etti. Doğasından bu kadar kaçınması insanın doğasının ötesinde bir varlık olduğunu gösterir. Bok içimizde olup kaçtığımız şeydir.

Bok, insan durumuna dair temel bir gerçeğin sembolüdür. İnsanın içinden doğrulduğu şuursuzluk çukuru, kaos. Kaosun etimolojik kökü bizzat çukur demek. Bu çukurda insanoğlunun dünyevi zincirleri onu yılan gibi boğazlar. Nedir bu zincirler ? Zaruret, kıtlık ve kader bellediğimiz her şey. 

Bu çukurun insanda sinsi rehavet yaratmadığını reddedemeyiz. Ömrün bayağı döngüsünde kıvranıp kahpe felek diye sızlanmak acı gibi görünebilir ama elinde imkan olanlar için bir şımarıklıktır. Artık insan yavrularının yaban hayvanları tarafından avlanması kader değildir, tercihtir. Artık ne idüğü belirsiz yığınların dirliği bozması olağan değil, seçimdir. Çünkü artık bilinç diye bir olgu var.

İşte bok budur, insan olmanın görevinden kaçınıp ilkel ve sıcak şuursuzluk çukuruna dönmek demektir. Bu bokun hayranlarının lügatleri işte bu yüzden "organik", "kadim", "gelenek" gibi bilmedikleri kelimelerle doludur. İstedikleri şey amipliğe kadar olan bir irtica. Sonsuza dek zincirlerine bağlanmış ve zincirlerinden haz alan bir yaratık yığını. İşte bok budur ve sonuna kadar karşısındayım. 



23 Haziran 2022 Perşembe

Neden Blog ?

 




Twitter'dan ikinci kez fizanı yiyince bunları demem sizi şaşırtmayabilir ama Twitter böcek kovanından hallice bir platform. Herhalde sözlü kültürün dijital dirilişinin en büyük yalvaçlarından. Zırt pırt uçan bildirimler, anlamsız tartışmalar, tamamen dikkat ekonomisi üzerine kurulu bir mantık vs. İlkel ruhun dirildiği artık barizdir, zira zaman kavramı sonsuz siber mekanda dağılıp gitmiştir. (Bu mekan-zaman karşıtlığı da konumuz için önemli, ileride daha detaylı değinirim.) Şimdi zamanın "uzmanları" sözlü kültüre dijital dönüşün insanın "soğuk ve mekanik" ortamdan kurtarıp yeni bir çağa başlatacağını iddia ediyordu. Görünen o ki bu sıcak ve organiklik adeta böcek olmak. Yazılı kültürün ya da genel bilinen adıyla modernitenin eksileri yeteri kadar konuşuldu ama kimi artılarını, değerli artılarını, özellikle bu haşere kakafonisindeyken anlıyoruz. 

"Blake, "tek bir vizyondan ve Newton'un uykusundan" kurtulmaya çalışırken, on sekizinci yüzyılda olup bitenin fiilen bu olduğunu düşünmüştü. Çünkü tek duyunun egemenliği, hipnozun formülüdür. Ve bir kültür, duyulardan herhangi birinin uykusunda hapsolabilir. Herhangi bir başka duyunun meydan okuması, uyuyanı uyandırır."- Marshall Mcluhan, Gutenberg Galaksisi, syf.107

Aydınlamanın her türlüsünün temeli mektup, kağıt ve en önemlisi matbaadır. Araya mesafe, ama nesnel olacak şekilde, koymaktır. Şimdi bu "soğuk ve mekanik" olacaktır, bizi "özümüzden" uzaklaştırır belki. Bütün bu itirazlarınızı bin kere duydum. Ama ben mutlak hikmetin var olduğunu bilenlerdenim ve bu hikmetin kovanın böğürtüsünde olmadığını bilirim. Göğe kalkmak gerekir. İnternet yapısı gereği bunu neredeyse imkansız kılıyor, hele hele sosyal medya. Ancak blog bize ufacık bir nefes boşluğu bırakmış vaziyette. Bu yüzden bir süreliğine Twitter'ın beni görevden affını kabul edip buraya yoğunlaşacağım. 

Bana erişmek isteyen dostlarım buradan ya da paylaşacağım mail üzerinden erişebilirler.

Neyse artık hep bahsetmek istediğim bir konuya geldik: Sözlü ve Yazılı Kültür. Gelecek ay sizler için analiz edeceğim kitap, mutlaka okumanızı öneririm. ( PDF kesinlikle almayın, Apoid yayınevi kazansın) 


Mail: georgewaschington03@gmail.com


18 Haziran 2022 Cumartesi

Bataklık Kılavuzu

 

Melali anlamayan nesle aşina değiliz- Ahmet Haşim

AHAB: Speak not to me of blasphemy, man, I’d strike the Sun if it insulted me. Look you, Starbuck. All visible objects are but as pasteboard masks. Some inscrutable yet reasoning thing puts forth the moulding of their features. The white whale tasks me, he heaps me, yet he is but a mask. It is the thing behind the mask I chiefly hate, the malignant thing that has plagued and frightened man since time began. The thing that mauls and mutilates our race, not killing us outright but letting us live on with half a heart and half a lung.
STARBUCK: God keep us, keep us all ...
AHAB: The crew stands with me, Mr Starbuck. You heard them swear. Now, what say ye? Surely the best lance out of all New Bedford will not hold back from the greatest hunt of all.- Moby Dick(1956)




Dürüst olmak gerekirse cehennemde yaşıyoruz. Öyle ki kırbaç ve zakkum kimimize daha nazik ve şerefli birer seçenek gibi geliyor. Her gün her yerdeki boktanlığa eşzamanlı olarak maruz kalmak kafanın içine çıyan girmesi gibi. İnsanın en yaman düşmanı olan bu cehennem çıyanları sadece nefret ettirmekle kalmıyor, kendileriyle uğraşanları da mal ediyor, boka batırıp Floyd ağabeğin dediği gibi kaybettiriyor. Tabii bu cehennemin yedi katında yapılacak bu kadar şey varken, bir akraba evliliği mahsulü ile atışmak veya rastgele bir kıza/oğlana/oğlankıza(Yalçın amca redaktör) yürümek gibi, neden buradasın ? Yoksa beton ormanlarının itlerinden ve bulgur bataklıklarının sineklerinden kaçıyorsun ? O zaman hoş geldin, değerli okur, boktanlığın bittiği noktaya. Aradığın sığınağı buldun. Bütün bu yığın ve yabana tepeden bakan bir fildişi kule. Tepeden bakmayı yanlış anlama, değerli bir iştir. Yüz yüzeyken ahlak ve iman abidesi olanların tepeden ne kadar da rezil birer "gavadiyet" topağı olduğunu, anlı şanlı cübbeli hocaların daha dibini bile görmekten aciz kör ve sakat olduğunu görürsün. Burası sadece bu devleri cüce kılmak ve sizi az da olsa günlük hayatın rezilliğinden sıyırmak, sizi hak ettiğiniz denizlere az da olsa yaklaştırmak. 

Beni yanlış anlamayın, burası size rehberlik edemez. Burası ancak sizin uzun yolunuzun başındaki yarı sönük bir lamba olabilir. Buradaki içeriklerin hiçbiri telakki değildir, sadece sizin öğütmeniz için birer azıktır. Ama kimi kandırıyoruz, böyle blogu da başka yerde babayı bulursunuz.

Bu mukaddimeye son vermeden önce şunu söyleyeyim: Bu blogda tek bir yalan söz edersem, bedenen ve ruhen, işkembem ve bağırsaklarımla yüz bin şeytana adanayım, aynı şekilde siz de bu blogda anlatacaklarımın TAM GERÇEK olduğuna iman etmezseniz götünüze zebani yarağı girsin, yıldırımlara gelesiniz, varisten topal kalasınız, kanlı ishale tutulasınız... İyi okumalar.




17 Haziran 2022 Cuma

Kayıp bir metin: Kürtlerin Sisifikasyonu Üzerine Tezler


Giriş 

Uzun bir süre boyunca garip bir olgu benim dikkatimi çekmişti: Kürtlerdeki travestilik, zennelik, eşcinsellik oranlarının göze çarpacak kadar sıklığı. Önceleri bunun basit bir aktivizm oyunu olduğunu düşündüm. Ta ki bu yılın Ocak ayında bir Barzanici-Apocu kavgasına denk gelene kadar. Her iki taraf da birbirlerinin açık pisliklerini dökerek adeta bir bok şöleni yaratıyordu ki zevk almamak imkansızdı. Şölenin tadını çıkarırken Barzanicilerden birinin ortaya attığı iki sav dikkatimi çekti:

        1. PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan "Türk derin devleti" tarafından yönlendiriliyor ve tasmasını Yalçın Küçük tutuyor.
        2. Abdullah Öcalan; derin devletten aldığı talimat üzere Kürt kadınlarını ailelerden koparıyor, Kürt erkeklerini de kadınsılaştırıyor/ sisifike ediyor.


Yalçın Küçük ve Öcalan'ın görüşmüş olduğu zaten bilenlere çoktandır malum ama bu iki savın senteziyle ilk kez karşılaştım. Dayanılmaz bir merak duygusuyla bulabildiğim her yerde kaynak aramaya başladım. Sonunda bir sahafta aradığımı buldum. Yalçın Küçük DPT'de çalışırken özellikle Irak'ta kaynayan Kürt meselesi Türkiye'ye de sıçramaya başlamıştı. Durul kurmayları Yalçın Küçük 'ten önlemler üzerine bir rapor hazırlamasını istediler. Yalçın Küçük de 1968 tarihli "Kürtlerin Sisifikasyonu" Raporu'nun yapısal hassaslığından dolayı metni bu blogda yazıya dökmek zorunda kaldık.  Artık Türk okurunu bu kayıp raporla tanıştırma zamanı...

Metin Transkripsiyonu

1. Kürtler, İrani bir kavimdir ve bundan dolayı fıtri olarak "pasifleştirilmeye" uygundur.
Remark: Her ne kadar Acem kuzenleri kadar yerleşik hayata, büyük bilimci İbn Haldun'un deyimiyle hadarete ve dolayısıyla "derin devlet sanatlarına" uyum sağlamamış olsalar da antropolojik olarak bu kavimlerde belli özelliklerin dikkat çektiğini görüyoruz. 5.tezimizde erkekler açısından bu konuyu genişleteceğiz. Acemlerin Kızılbaşlar tarafından tekeleştirilmesi bize önemli bir örnek sunar, öyle ki söz konusu coğrafyaya 1000 yıl boyunca hükmetmişler. Artık İran Türklerin elinde olmasa da yeni efendilerine de aynı zevk ve şevkle "domalmaktadırlar".

2. Kürtler bedeviyetten doğan vahşilik avantajını aşiret yapılarıyla sıfırlar. 
Remark: Ağalık ve aşiret yönetimleri Kürtleri yüzyıllardır itaate uygun bir şekilde biçimlendirmektedir. Öyle ki ağalarının veya şeyhlerinin emriyle eşlerini bile paylaşırlar. Son 150 yılda bu yapılar dini bir kimlik edinerek özellikle güçlenmişlerdir.

3. Kadirilik ve Nakşibendilik gibi tarikatlar, Kürtleri "uygun pasifikasyon" yöntemleri için hazırlayıcı öğelerdir.
Remark: Devletin edindiği nüfus yönlendirme ve ulus budun güdümleme araçlarının kökleri tarikatların geleneklerine bağlıdır. Mürşidin müritlerini "talim ve terbiye" amacıyla kullandıkları yöntemler, devletin oğlan teşkilatı başta olmak üzere birçok eğitim kurumuna ilham olmuştur. Saltanat döneminde dükeli oldukça etkili olan bu yapılar, her ne kadar bugün ülkenin çoğunluğunda zayıflamış olsa da Doğu'da güçlüdür ve buradan ülkenin geri kalanına yayılır. Nakşibendi şeyhlerinin özellikle bu coğrafyadan çıkmış olması onları daha da değerli kılar.

4. Diyalektiğin temel ilkeleri gereği aşiret yapılarının bozulup çökmesi bahsedilen "itaat" ruhuna yeni bir yaşam verecektir. 
Remark: Her ne kadar ağalık ve şeyhlik Kürtlerde itaat karakterini yaratsa da hala devlete karşı ağalarının yanında güçlü bir öğe olarak bulunurlar. Ağalığın çökertilmesi sayesinde hem Kürt halkı sonsuza dek bükülecek hem de Türk devletinin bölünme kaygısı ortadan kaldırılacaktır. Şeyhliğin kaldırılması ağalığın kaldırılmasıyla eşgüdümlü gidecektir. Bunun için İslam'a alternatif olarak Ali'siz Alevilik, Şeytan tavuğa tapmaca ve Zerdüştlüğü öneriyoruz. Zerdüştlük kardeş evliliğine izin verdiği için Kürtleri özel olarak cezbedecektir. 

5. Kürt erkeklerinin kadınsı yüzleri ve dolgun kalçaları bizi "pasifleştirme" yöntemlerinden "sisifikasyonu" seçmeye yönlendirir. 
Remark: Antropolojik olarak Kürtleri incelediğimiz de erkeklerinin, bütün o kıl tabakasının ardında, narin birer teke olduğunu fark ederiz. Kadınları ve muhtemelen İbrani kökenli ağa-şeyhleri tarafından sürekli kırılan bu tekeler hınçlarını eşeklerden ve diğer ahır hayvanlarından alırlar. Bu tekeler sürülerinden uzaklaştıklarında tamamen güdümlenmeye uygun hale geliyorlar ki Çukurova deneyimi de bize bunu gösterir. Ama aşiret yapılarının yıkılıp yerine mafya teşkilatlarının çıkmaması hayati önem taşır. Bundan dolayı sadece sürüleri dağıtmak yetmez, aynı zamanda artık kırılgan hale gelmiş erkekliklerini tamamen yıkmak gerekir. Bazı kavimlerde bu oldukça zor iken Kürtlerin bahsettiğimiz özellikleri onları "sisifikasyon" için mükemmel aday yaparlar. 

6.Kürt kadınları aşiret yapılarından kurtarılıp özgürleştirilmelidir.
Remark: Kürt erkeklerine zıt olarak Kürt kadınları da bir o kadar erkeksidir. Kaşları erkeklerine rakip olacak kadardır ve erkeklerdeki narin yapı onlarda tersine inkılap ederek adeta yontma kayaya döner. Kendilerine yetmeyen erkeklerin arasında yetiştikleri için Kürt kadınları doyumsuzdur ve azgındır. Ermeni dulundan sonra coğrafyanın en azgın dişisidir, çocuklu bir Kürt kadını günde 7 erkekle beraber olabilir. Bekarını siz düşünün.  Nasıl ki Kürt erkekleri kırılgan erkekliklerinden kurtarılmalılarsa kadınları da ağalarının pençelerinden kurtarılıp hayatın esas değerleriyle tanıştırılmalılar, mesela dağda bir Türkmen delikanlısına kuma olmak ya da Batı'daki şehirlerin üniversite bahçelerinde şebeklik, afedersiniz, "aktivizm" yapmak gibi. Kürt kadını bu devrimi yapmaya hazırdır.

7. Söz konusu sürecin yönetimi için bir görevlinin atanması ve onun bir örgüt kurması zorunludur.
Remark: Özellikle Kuzey Irak ve Batı İran'daki Kürt örgütlenmelerinin Türkiye'ye sıçramasını önlemek ve Kürtlerin sisifikasyon ve soybüküm süreçlerini yönetmek üzere bir örgüt kurulmalıdır. Bu örgüt Kürt kılığına girecek bir Türk arkadaşımız tarafından yönetilecek ve adeta bir filozof-kral edasıyla bahsettiğimiz değerleri aşılayacak. Kürt kadınlarını özgürleştirmek için onları dağa kaldıracak, bu esnada erkeklerini kadın kılığında karakollara yollayacak. Aday listesi üzerinde hala çalışmakta olduğumuzu bildiririz. 

8. Sayın Celal Bayar tarafından başlatılan soya tesisleri soybükümün temel yapıtaşlarındandır.
Remark: Son yapılan araştırmalar soyanın insan fizyoloji üzerindeki değiştirici etkisini göstermektedir. Çoklu doymamış yağların hormon dengesini bozması onları cinsiyet ve toplumsal düzeni yıkma konusunda birinci aktör kılar. Kürt diyetini et ağırlığından bu tür yağların ağırlıklı olduğu bir yere çekmeliyiz. Bunun için Kürtler özellikle vejeteryanlığa ve tarafımızca geçen sene icat edilen veganlığa teşvik edilmelidir. 

9. Kürt fizyolojisinin geleceği zarganadır.
Remark: Atalarımızın da "sisifikasyon" sürecinde yaptığı gibi fiziksel bir başkalaştırma olmadan "sisifikasyon" imkansızdır. Kalça harici tamamen kastan ve yağdan arındırılmış Kürt bedeni bozuk bir zarganaya benzeyecektir ki hedefimiz de budur. Onları dövüş sporlarından uzaklaştırıp tamamen seyirci ve edilgen kılacak sporlara yönlendirmeliyiz. Futbol dışındaki tüm seçenekler gerçekdışıdır. Özellikle devlet büyüklerimizin ve dolaylı olarak Kürt kılığındaki İbranilerin kulübü olan Galatasaray bu projeye ortak olmak için gönüllüdür. Kürtleri taraftar yapacaklar ama kesinkes akademide yükselmelerine izin verilemeyecektir. Voleybol hariç...
Remark'a Remark: Şu asla akıldan çıkarılmamalıdır ki Türkiye için esas tehlike içerideki İbranilerdir. Hem Kürtleri hem Türkleri yönlendiren bu kavim İsrail'in doğuşuyla coğrafyayı tamamen güdüme almıştır. Tarikatçılık suyunun dümenini de esas olarak onlar döndürürler. Barzani onlardandır. Not alıyorum...

Transkripsiyon Sonu ve Diğer Metinler Üzerine Küçük bir Şerh

Bu aktarılan kısım raporun ana iskeletini oluşturuyorsa da raporun tamamı değil. Sonraki kısımda "Sisifikasyon Geçmişimiz" başlığı altında derin devlet pratiklerinin tarihi sunulmaktadır. Bu kısım hasar gördüğü gerekçesiyle parça parça ve başka kaynaklardan derlemelerle birlikte ileride yayınlanacaktır. Eğer bu tezler kafanızdaki birçok soru işaretini gidermişse ne mutlu ama daha da çok soru işareti belirmişse gerçekten amaca ulaşmışızdır. Sağlıcakla kalın. 





 

Dünya Edebiyatından On Beş Öneri

  Hesabımda herhangi bir yorumumdan sonra benden kitap önerisi isteyenlere denk gelmek sıkça karşılaştığım bir durum. Doğal olarak elimden g...